Bir Hayalin İzinde: Dünya Kupası



Futbolun sadece 90 dakikadan ibaret olmadığını, insanlığın ortak belleğinde yankı bulan bir sahne olduğunu bize her turnuvada yeniden hatırlatıyor. 1930'da Uruguay'ın o mütevazı tribünlerinden bugüne, aslında anlatılan tek bir hikâye var: Topun peşinde koşan insanlar değil, hayallerinin peşinden koşan toplumlar. Uruguaylı bir işçinin sevinç gözyaşıyla Brezilyalı bir çocuğun hayal kırıklığı aynı turnuvada buluşabiliyor. Çünkü kupa, sadece kazananı değil, kaybedeni de ölümsüzleştiriyor. 1950 Maracanazo'su, 1986'da Diego Maradona'nın gölgesiyle oynanan bir dünya, 2002'de biz Türklerin göğsünü kabartan o destansı yolculuk… Hepsi, kupanın yalnızca bir futbol turnuvası olmadığının kanıtı niteliğinde.

Peki biz, Türkiye olarak, bu hikâyede nerede duruyoruz? Çoğu zaman dışarıdan bakan bir göz gibiyiz. Oysa bizim de 2002'de gösterdiğimiz gibi, sahnenin tam ortasında olabilecek yeterli potansiyelimizin var olduğuna inanıyorum. Eksik olan şey, sahada oynayan futbolculardan çok, masada vizyon kuran yöneticiler. Dünya Kupası, planlama ve sabrın ödülüdür. Biz ise çoğu zaman günü kurtarmanın telaşında yarının ufuklarını gözden kaybediyoruz.

Yine de hayal kurmak, futbolun en sevilen yanı. Çünkü hayaller olmazsa, Maradona'nın Meksika güneşinin altında topa son kez dokunduğu anı kim hatırlardı? Ya da Güney Kore'de Türk bayrağını dalgalandıran o gençlerin sevinci, yıllar geçmesine rağmen hafızamızda bu kadar diri kalır mıydı?

Dünya Kupası organizasyonu Türkiye için bir hayal değil. Yeter ki hayal kurmanın yanında, o hayali gerçeğe dönüştürecek cesareti de gösterebilelim.

Saygılarımla,

Ali Karagöz "Dünya Kupası Türkiye'de Hayal mi? Hayır!" Kitabının Yazarı

Hiç yorum yok